22 Şubat 2017 Çarşamba

DİYABET VE SERLEŞME SORUNU

Diyabet Nedir?

Diyabet Nedir?Diabetes Mellitus (DM), pankreasın yeterli insulin üretememesi veya vücudun ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ömür boyu devam eden kronik ve insülin üreten hücrelerin azalması ile devam eden bir hastalıktır. Normal metabolizma da besinler, vücudun başlıca yakıtı olan glukoza (şeker) dönüşmek üzere bağırsaklarımızda parçalanırlar. Daha sonra bu glukoz bağırsaklardan kana geçer ve kandaki şeker düzeyi yükselmeye başlar. Sağlıklı bireylerde kana geçen glukoz pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelerin içine taşınır. Şayet insülin hormonu vücudumuzda olmazsa ya da etkisi bozulmuş ise şeker hücrenin içine taşınamayacağı için, glukoz kanda artarak şeker hastalığı dediğimiz kan şekeri yükselmesi (Hiperglisemi) gelişmiş olur. Bu kan şekeri yüksekliği sürekli olarak devam edecek olursa organlarımızda (sinir, göz, kalp, böbrek vs) zaman içerisinde ciddi bozukluklara neden olur.

Tip 1 Diyabet

Tip 1 DiyabetGecmişte "insuline bağımlı diyabet", "juvenil diyabet", "çocukluk çağında başlayan diyabet" veya "tip 1 diyabet" olarak da adlandırılan bu hastalıkta insulin yapımından sorumlu pankreas beta hücrelerinin harabiyetine bağlı olarak gelişen mutlak insulin eksikliği vardır.
Bu hastalarda günlük enjeksiyonlarla insulin eksikliğinin telafi edilmesi gereklidir.
Tip 1 diyabetin gerçek nedeni bilinmemektedir. Tip 1 diyabet, bu hastalığa genetik yatkınlığı olan kişilerde genellikle viral enfeksiyonlar, stres veya travma gibi bir olay sonrasında tetiklenmektedir. Bunun sonucu genetik yatkınlığı olan bireylerde insülin hormonunun imal edildiği pankreasın beta hücreleri, otoimmün bir süreç sonrası tamamen ortadan kalkar. Böylece bireylerde glukoz maddesini hücrelerin içine sokan insülin hormonu yok olur.
Tüm diyabet hastalarının %5-10'u tip 1 diyabetlidir.
Tanı sırasında hastaların ağız kuruluğu, çok su içme, sık idrara çıkma, sürekli açlık hissi, kilo kaybı, bulanık görme, yorgunluk ve halsizlik gibi yakınmaları vardır. Bu yakınmalar çoğunlukla son birkaç gün ya da birkaç hafta içinde ortaya çıkar. Son yıllara dek diyabetin bu tipi yalnızca çocuklarda görülmekte iken günümüzde yetişkin yaşlarda da görülmeye başlanmıştır. Tip 1 diyabet olgularının yarısı 15 yaşından sonra ortaya çıkmaktadır. Erişkin yaşta (genellikle 25 yaşından sonra) görülen tip 1 diyabet formu "LADA" (latent autoimmune diabetes in adult) olarak adlandırılmaktadır.
Tip diyabetli hastaların bir kısmı bebeklik yaşlarında da gelişebileceği için bu yaş gruplarında hastanın şeker tedavisi kadar vücut gelişimlerinin de yakından takibi gerekir.

TİP 2 DİYABET
Gecmişte "insuline bağımlı olmayan diyabet", "erişkin diyabet" veya "tip II diyabet" olarak da isimlendirilen hastalık, en yaygın görülen diyabet formudur. Tüm dünyada tanı konulan diyabet vakalarının %90'dan fazlasını tip 2 diyabet oluşturmaktadır.
Tip 2 diyabet genetik zeminde genellikle obezite ve fiziksel inaktiviteye bağlı olarak görülmektedir. Hastalığın temelinde genetik olarak yatkın kişilerde yaşam tarzı ile tetiklenen insulin direnci ve zamanla azalan insulin sekresyon azalması söz konusudur. Gelişmiş ülkelerde toplumun %5-10'u tip 2 diyabetlidir. Tip 2 diyabetlilerin yakınmaları tip 1 diyabetlilere benzemekle birlikte daha hafiftir.
Bu sebeple hastalık gerçek başlangıcından yıllar sonra (ortalama 5 yıl sonra) fark edilir, hatta bazen komplikasyonlar geliştikten sonra tanı konabilir. Tip 2 diyabet genellikle 40 yaşından sonra ortaya çıkar ve yaşlanma ile sıklığı artar. Bununla beraber, son yıllarda obezitenin çocukluk çağında da artması ile birlikte çocuk ve adölesan çağda da tip 2 diyabet görülmeye başlamıştır. Gelişmiş ülkelerde 15 yaş altında görülen diyabet vakalarının yarısına yakınının tip 2 diyabetli olduğu bildirilmektedir. Buradan dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri bir bireyde tip 2 diyabet ne kadar ilerleyen yaşlarda ortaya çıkarsa o kadar yan etkiler az görülür. Yani tip 2 diyabeti önleyemesek bile, ortaya çıkışını geçiktirmek de yararlıdır. 
Erkekte sertleşme sorunu, tatmin edici cinsel birliktelik için sertleşmenin tam sağlanamaması ya da devam ettirilememesi olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalarında ABD’de 40–70 yaş arası erkeklerde sertleşme sorunu görülme oranı %52 olarak saptanırken, Türk Androloji Derneğinin yaptığı çalışmada ise  %33 olarak bildirilmiştir. Ancak bu oranların gerçekte daha yüksek ve genç erkeklerde de azımsanmayacak kadar olduğu tahmin edilmektedir.
Günümüzde, düşük yoğunluklu vücut dışı elektromanyetik şok dalgaları uygulamasıyla, sertleşme sorunun tedavisinde ciddi olumlu katkı sağlamaktadır. Özellikle damarsal (arteryel yetmezlikli ) kaynaklı, sertleşme sorununun  tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır.  Peniste yeni damar oluşumu tetikleyerek, sertleşme kalitesinde artışı sağlamaktadır.
Şok Tedavisinin Avantajları
* Herhangi bir yan etkisi  ve olumsuz yönü  yoktur.
* Cerrahi bir işlem gerektirmemesi
* Uygulama esnasında, herhangi bir girişimsel işlem veya anestezi gerektirmez.
* Kullanımı kolay, ayaktan ofis ortamında yapılmaktadır. Aynı gün gündelik yaşama dönüşü mümkündür.
* Yaklaşık 60 dk gibi kısa süren bir tedavi süresi vardır.
* Haftada 1 veya 2 kez, en az 4 hafta uygulama süresi vardır.
* Lineer odaklı elektromanyetik ( LSWT RENOVA ) şok  dalgası uygulamasıyla , başarı oranı yüksekliği


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder